Rabbim! Kâinatı yaratan ve onu düzene koyan Rabbim!...
En küçük canlıları dahi bir tertip üzere yaratıp
hepsinin rızkını veren ve hiçbir gün hiçbirin i unutmayan Rabbim!...
Ey evvelkilerin ve sonrakilerin yegâne sığınağı,
Cennet ile Cehennem’in;
Kudüs ile Harem’in;
Kâbe ilke Zemzem’in Rabbi.
Ey doğunun ve batının, güneyin ve kuzeyin yegâne sahibi yüce Allah!...
Ey herkesin Kendisi’ne muhtaç olup da kimseye ihtiyacı olmayan!...
Ey noksandan, kusurdan ve ayıptan münezzeh olan ulu Allah’ım.
Benim rızkım ve ruhumun gıdasını aşk’tan eyle.
Şu aşkla dolu ulu mabet için, güneş doğup battıkça bana aşk derdi ver.
Dünya ile birlikte var olan şu Kâ’be’nin temelleri gibi
aşk binasının temellerini de benim gönlümde daim eyle.
Her lahza, her an, her zaman aşk ile coşkumu arttır, özlemimi çoğalt.
Aşk belâsıyyla beni içli dışlı eyle ve bir an beni o belâdan ayırma;
ben var oldukça belâdan yüz çevirtme.
Yalvardıkça ben belânın asıyla, Sen ayrık belâlar vererek o acıyı unuttur.
Bu duamı kabul eyle ey Kimsesizler Kimsesi!
Âmin ey muratlar muradı;
âmin Rahman ve Rahîm olan kerem sahibi, âmin, âmin!..
… ..
… ..
Düşündü Mecnun, her gün yeniden düşündü.
Her an yeni âlemler keşfeder oldu.
İnsanlıktan eser bulunmayan bir vahşî alemin ortasında,
Çepeçevre bir dünyanın kavurucu sıcağında veya
yıldızlar altında uzayıp giden mavi gecelerin serinliğinde
yeniden düşündü ve yeniden dünyalar keşfetti.
Renkten renge giren bir ruhun, elvan elvan boyanan
bir gönlün namütenahi ikilemlerini,
medücezirini yaşadı geceler ve günler boyu yeniden…
Yalnızdı, ama Bir’likteydi.
Tek başınaydı, ama O’nunlaydı.
Bazen Leylâ ile halvetteydi,
bazen yalnızlık korkusunda uyurdu.
Bazen de Mevlâ ile Leylâ arasında akardı
şuuru yıldırım hızıyla veya giderdi karınca süratinde.
Bazen aklı Leylâ’ya takılır;
hicranın, göz pınarlarında çölün kızgın kumlarına
sağanak sağanak aktığını hisseder,
avucunu yakan iki damla göz yaşını
Leylâ’nın inci dişlerine kıyaslar, avunur;
bazen Mevlâ’ya yükselen ruhu,
vuslatın buram buram yükselerek
dudaklarını kavuran iki kelime İlâhi sırrı,
Yaradan’ın lütfundan sezer, anlar gülümserdi.
Bazen çevresinde dalga dalga nur çemberi,
melek kanatlarının şakırtılarını duyar;
bazen gönlünde hale hale bir ışık yumağı,
ruh çırpınışlarının ah u enînlerini (*inleme, inilti) hissederdi.
Günler geceler; nerede, nereden, nereye geçerdi, bilmezdi.
Başı dönmüş bir sevdalı,
Leylâ adına bir çılgın, ha burada;
ha orada, gezer gezerdi….
Sahralardaki her günbden bir gündü.
Dilinde Leylâ, başında sevda yine hercayî (*hiçbir şeyde
kararlı olmayan, aşkta bağlılığı bulunmayan (kimse)) dolaşırken
bir ceylân gördü bir avcının tuzağında.
Ceylân ona mahzun ve melül bakıyor;
gözlerinden hüzün yaşları akıtıyordu.
Ciğeri dağlanmış, ayağı bağlanmıştı.
Bu hâl boynunu büküvermişti zavallının.
Buruk bir acı hissetti Mecnun yüreğinde.
Sevilenden ayrı olmanın hüznünü gördü, ceylânın benli gözlerinde.
Hele buğulu bakışlarından süzülen damlalar yok mu?..
Bir alev olup yaktı içini.
Bu acıyı iyi biliyordu.
Aslında hiç farkı yoktu ceylân ile arasında.
İkisi de muhtaçtı.
Duaya kaldırdı ellerini.
Yalvarmaya başladı.
*Leyla ile Mecnun & İskender Pala
Kapı Yayınları
37. Basım Şubat 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder