Bu lâciverdî kâsede her subh mihr altun ezer;
Vasf-ı cemâlin yazmağa, cânâ, gerektir hall-i zer.
Başı açık yalın ayak olmuştur güneş,
Bir yerde ârâm eylemez şevkınle dünyâyı gezer.
Her gonca dest-i şâhta bir nâme-i serbestedir,
Bülbül umar kim açıla, zımnında maksûdun sezer,
Bâğın mutarrâ sünbülü başlar açılmağa kaçan,
Gördükçe anı sanuram bir dilrûba zülfün çözer!
Şair gökyüzünü lâcivert bir kâseye benzetiyor, güneş her sabah bu kâsenin içinde altın ezmektedir; sevgilinin güzelliğini övecek bir şiir yazabilmek için ancak böyle güneş gibi yüce varlığın gökyüzü gibi bir lâcivert kâse içinde altın eritmesi gerekir. Güneşin gökyüzünde bir uçtan bir uca sabah akşam dolaşıp durması da böyle güzel bir sebepten dolayıdır; güneş gökyüzünde başı açık yalınayak, cezbeye düşmüş bir derviş gibi dolaşıyor. Bir yerde durup dinlenmemesinin sebebi, ey sevgili, sana olan aşkıdır; bu aşktan aldığı şevktir. Henüz açılmamış gül goncaları, dalın elinde duran kapalı mektuplardır; güzellik ve sevgi ülkesinden haber getiriyorlar. Bülbülün yanıp yakılarak ateşten nağmelerle gül fidanının başucunda beklemesi bunun içindir, umuyor ki bu goncalar açılacak ve içinden dileğine uygun haberler alacak. Bahçede kıvrım kıvrım sümbülün açıldığını gördükçe bir dilruba, , gönül alan bir güzel, çimende oturmuş,çiçeklerin arasında güzel kokulu saçını çözüyor sanırım.
... ..
*Eski Şiirimizin Ustaları & Refik Ahmet Sevengil
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder