Masmavi semaları karalara boyandı,Düşlerle yatan bebek, bombalarla uyandı.
Çiçekleri bastıran koku kan, koku barut,
Atan zulmün sesiydi, ortalıklarda cirit.
Top top düşen mermiler tarihi eşiyordu,
Her şarapnel tanesi bir kini taşıyordu:
‘Saray’ından Fatih’in vurulmuş mühürdü bir,
İstanbullu havalar mırıldanan şu şehir.
Yıldırım’ı seslerken minarenin alemi,
Tattırıyordu Sırb’a insaniyet elemi.
“ Allahü ekber” diye, ya haykıran o nida,
Hilalvari kemerler, dağlarca kubbe yada.
Ve asırlık mimarın abidevi dehası…
Yürekler arasında köprü idi dahası.
Ta o günden bugüne, soysuzların doğrusu,
Ruhunu zindan etti asil Türk’ün korkusu.
Kosova tokadıyla beslendi tahammülsüz,
Gördükçe cephesinde Murad çehreli bir yüz.
Kof sözlere inanıp kapılmayın hayale,
Alan yok esasında hak-hukuk filan kale.
Mazlumu kollamaya güya ‘birleşmiş’ bunlar,
Beş çakal sofrasında sade bir leşmiş bunlar.
Dilde bir medeniyet ama ne medeniyet !...
Altı, tüm dalavere, üstü silme deniyet.
Bilmem ne kondu cebe, şerefsizliğe karşı,
Tıknefes kesildiler, ahlar tutarken arşı.
Ey menfaat tasmalı, zihnince muvaffaksın!
Vardığı yere artık ellerin kına yaksın.
Temin etmek kolay mı zira böyle barışı(!)
Sulandırdıktan geri, kanlarla her karışı.
Ya biz, uzuvlarıydık, hani tek bir bedenin?
Yeri yoktu bu dinde, senlik benlik güdenin.
Kardeşimiz “ah !” dese birden irkilecektik,
Varsa, zulmün önüne ilk biz dikilecektik.
Ne hikmettir ya Rabbi, çekilmiş de Müslüman,
Eğleniyor gemide, sanki her şey süt liman.
Mala, cana, namusa ve imana tecavüz,
Yutarken dindaşını, bu nasıl ruh, bu ne yüz.
Kimi yummuş gözünü, eşelemekte kumu,
İçine çizdiği bir dairenin mahkumu.
Dönüvermeyi kurar, kimi hemen köşeden,
Kimi çırpınır durur, kurtulamaz şişeden.
Şuur meziyetinden nasipsiz olan ayyaş,
Ne bilirdi ki zaten savaş nedir, nedir yaş.
Zalim el bazen, derler, Hakk’ın kılıcı olur,
Böyle böyle gâfili, âgâh kılıcı olur.
Ayakları o zaman belki yere değer de,
Dökülen mazlum kanı, görür nice değerde.
Uğruna hakikatin kurban gerekti Bosna’m,
Vuruldun, yaran yolda, izler bıraktı Bosna’m!..
Mehmet Bal
Alan yok esasında hak-hukuk filan kale.
Mazlumu kollamaya güya ‘birleşmiş’ bunlar,
Beş çakal sofrasında sade bir leşmiş bunlar.
Dilde bir medeniyet ama ne medeniyet !...
Altı, tüm dalavere, üstü silme deniyet.
Bilmem ne kondu cebe, şerefsizliğe karşı,
Tıknefes kesildiler, ahlar tutarken arşı.
Ey menfaat tasmalı, zihnince muvaffaksın!
Vardığı yere artık ellerin kına yaksın.
Temin etmek kolay mı zira böyle barışı(!)
Sulandırdıktan geri, kanlarla her karışı.
Ya biz, uzuvlarıydık, hani tek bir bedenin?
Yeri yoktu bu dinde, senlik benlik güdenin.
Kardeşimiz “ah !” dese birden irkilecektik,
Varsa, zulmün önüne ilk biz dikilecektik.
Ne hikmettir ya Rabbi, çekilmiş de Müslüman,
Eğleniyor gemide, sanki her şey süt liman.
Mala, cana, namusa ve imana tecavüz,
Yutarken dindaşını, bu nasıl ruh, bu ne yüz.
Kimi yummuş gözünü, eşelemekte kumu,
İçine çizdiği bir dairenin mahkumu.
Dönüvermeyi kurar, kimi hemen köşeden,
Kimi çırpınır durur, kurtulamaz şişeden.
Şuur meziyetinden nasipsiz olan ayyaş,
Ne bilirdi ki zaten savaş nedir, nedir yaş.
Zalim el bazen, derler, Hakk’ın kılıcı olur,
Böyle böyle gâfili, âgâh kılıcı olur.
Ayakları o zaman belki yere değer de,
Dökülen mazlum kanı, görür nice değerde.
Uğruna hakikatin kurban gerekti Bosna’m,
Vuruldun, yaran yolda, izler bıraktı Bosna’m!..
Mehmet Bal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder